Hapishaneden çıktı Emmy ödülünü aldı

Suriye’de iç savaşın başladığı günlerde muhaliflerin tarafında dokümanter filmler üreten sanatçı; iki defa hapse atıldı, karanlık zindandan çıkıp Avrupa’ya gittikten sonra ülkesindeki hikayelere odaklandığı “Last Men in Aleppo” filmiyle Oscar’a aday oldu ve “The Cave” ile Emmy kazandı. “Akademi” jürisinde de yer alan Feyyad, geçtiğimiz hafta TRT Belgesel Ödülleri için geldiği Türkiye’de en iyi filmleri seçti.

Türkiye gazetesinin sorularını cevaplayan Feras Fayyad yaşadıklarını anlattı.

Sinema kariyerinizin en başında çektiğiniz kısa bir dokümanter sebebiyle hapse atılmışsınız. Bu hadise size nasıl tesir etti?

Şam’ın ortasında bir ofisim vardı. Orayı hem filmimin montajını yapmak hem Suriye’deki gösterilerde olanları dünyaya yayınlamak maksadıyla kullanıyorduk. Sonra istihbaratçıların ne yaptığımı komşulara sorduğunu öğrendim. Zaten tutuklanacağım belliydi ve bu yüzden karımla beraber her şeyimizi toplayıp kaçmaya hazırlandık. Fakat havalimanına gidip yakalandım. Yaptığım en büyük hata buydu. Ailem benim kaybolduğumu düşünüyordu. Kimse benim hapse atıldığımı anlamadı.

Sonra neler yaşadınız, hapishanede durup “Bir daha sinema yapmam” dediniz mi?

Yerin üç kat altında, gece mi gündüz mü bilmeden yaşadığımız bir kara delikteydik. İşkenceler o kadar ağırdı ki… Çocuklara ve kadınlara yapılan işkenceleri de duyuyordum. Orada ölüm zihnimden çıkmıyordu. Ama yine de aklıma filmim için çektiğim görüntüler geliyor ve onları zihnimde kurgulamaya, editlemeye çalışıyordum. Oradaki her şeyi unutmak için bunu yapıyordum.

Peki, geri dönüşü zor olan böylesine bir “kara delikten” nasıl çıkabildiniz?

Birleşmiş Milletler Suriye’ye geldiğinde sanat yapan kişilerin işkenceden kurtulması için girişimde bulundu. Bu sebeple bizi Şam’dan Halep’e naklettiler. Ailem de rüşvet verip, bir şekilde hapisten çıkmamı sağladı. Sonra Türkiye’ye üzerinden Avrupa’ya geçtim. Avrupalılar görüntüleri gördükten sonra prodüksiyon olarak destek olmak istediler. Fakat asla yaşadıklarımı bir kart olarak kullanmadım.

Suriye’ye odaklı son iki filminiz Batı’da yankı uyandırdı. “The Cave”, Emmy aldı… Her ikisinde de nasıl bir yönetmenlik tecrübeniz oldu?

Görüntülerin bir kısmını Halep’ten ayrılmadan önce çekmiştim. Dışarıdan arkadaşlarımı, görüntü çekmeye devam etmeleri için koordine ettim. “The Cave” filmde ise rejimin kontrolünde olmayan bölgelerdeki çekimler için geri döndüm.

Bir savaşın tam ortasında sinema yapmak, ne demek?

Bir sinemacı olarak Suriye’de âşık olacağım şeyler, hikâyelerini anlatacak insanlar aradım. Fakat ülkem bana kendisini sevmem için hiçbir şey vermedi. Hapse atıldım, işkence gördüm hatta bir erkek olarak hapishanede tecavüze uğradım. Buna rağmen bir sanatçı olarak gerçek hayatın kahramanlarını anlatmanın bir yolunu ısrarla aradım. Bir yeri sevemeseniz de gerçek insanları sevebilecek sanatsal perspektif bulabiliyorsunuz.

Çok acı şeyler yaşamak, bir sinemacının duygularını ifade etmesine nasıl tesir ediyor?

İnkâr edilemez zor yanlarını yaşadım. Fakat acıların sanatsal bakış olarak sizi güçlendiren tarafları da var. Şimdi Suriyeliler ve mülteciler hakkında oluşan stereotipi yıkmaya çalışıyorum. Sanat, bir şeyleri değiştirmek için tek başına yeterli olmasa da, olup biteni anlamada büyük role sahip.

SURİYE’NİN FATURASI ÖDENİYOR

Batı, yaptığınız filmlere ödüller verip takdir etti ama aynı Batı, ülkenizdeki insani dramı körükleyen adımlar attı. Burada bir ikiyüzlülük görmüyor musunuz?

Ödül almayı bekleyerek değil dünyamı yansıtmak için filmler çekiyorum. Fakat bütün dünyanın Suriye konusunda beceriksiz olduğunu dile getirmek gerekiyor. Dünya, Suriye’deki beceriksizliğinin faturasını şimdi Ukrayna’da ödüyor. Avrupa’da ise size dar bir açıdan bakıyorlar.

Savaşlarda sinemacılar iki cephenin enformasyon kavgası arasında kalabiliyor. Malum bir filminizde odaklandığınız “Beyaz Baretliler” teşkilatı hakkında ciddi iddialar var. Farklı cepheler, sinemacıları kullanışlı olmaya itmiyor mu?

Ben hep Suriye’den nefret etmeme sebep olan karanlık şeyleri gördüm. Başkaları adına konuşmaktan çekinerek söylüyorum ki, hangi tarafın medyası olursa olsun dezenformasyonla ve stereotiplerle çalıştı. Bu insani değil, politik bir yaklaşımdı.

SAVAŞIN ARDINDA IŞIK VAR

Feras Fayyad “Suriye’de renkli hikâyelerin geçtiği filmler çekebileceğine inanıyor musunuz?” sorusuna şu cevabı veriyor:

“Sinema bize bombardımanların ve vahşetin bir adım ötesini görme fırsatı tanıyor. Ki, orada da bir ışık var.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir