İzmir merkeze 100 kilometre uzaklıktaki Karaburun, sakinliğini bol virajlı yollarına borçlu olmalı! Otomobilimin camları birbirinden etkileyici manzaraları yutarken aklımdan geçen bu. Gülbahçe Körfezi geride kaldığında önüme serilen koyların güzelliği iyice belirginleşip adeta görsel bir şölene dönüşüyor. Burada denizin mavisi başka bir mavi… Ne turkuvazla ne de başka bir renkle tarif edilecek türden. Pul pul gümüşlenen ışıltılı buz mavisi, biraz daha açıkta giderek koyulaşıp laciverdin göz alıcı tonlarına dönüşüyor. Zeytin ağaçlarıyla kaplı tepelere yayılan keçi sürüleriyse kır manzaralarının güzelliğini tamamlıyor.
Tatmadan dönmeyin!
Karaburun’da yerel lezzetlerin en gözdeleri zeytinyağlı enginar yemekleri, katmer, dede sarığı, sarmaşık kavurması, arapsaçı köftesi, keşkek, fava, fırında ceviz tatlısı, nohutlu bulgur, cevizli kıvırma ve pelte olarak biliniyor. Yöreye özgü keçi peynirinin, mevsimin deniz ürünlerinin, özellikle de Karaburun kefalinin tadına bakmayı unutmayın. Ayrıca Küçükbahçe’nin çiçek balını, Sarpıncık Köyü’nün pekmezini ve üzümünü yarımadaya veda ederken yanınızda götürebilirsiniz.
Dünya güzeli köyler
Mordoğan Boğazı’nın batı kıyısında ilerlerken Uzun Ada’nın eşsiz silüeti eşlikçim oluyor. En yüksek tepesi 1.212 metrelik Akdağ olan Karaburun’u keşfetmenin en iyi yolu, anayoldan ayrılıp koylara sapmaktan geçiyor elbette. Hele sonbaharsa, göreceksiniz ki hemen her sapak sizi ıssızlığın ortasında bekleyen pırıl pırıl koylara ulaştıracak. Açık havalarda Sakız Adası’na, Çeşme’ye ve Foça’ya bakmanıza izin veren sahillerin tadını çıkarın. Bir de kıyıları süsleyen küçüklü-büyüklü adaların… Büyük Ada ve Küçük Ada’nın yanı sıra irice Eşek Adası görülmeye değer güzellikte. Denizin en berrağıyla çevrili yarımadanın, özellikle kuzey ve batı kıyılarını süsleyen büklerin (dar koyların), usta bir ressamın elinden çıkmış gibi duran görüntülerine hayran kalacaksınız. Bir düzine kadar dünya güzeli Ege köyüne ev sahipliği yapan Karaburun Yarımadası’ndaki ilk durağım Mordoğan. Begonvillerin sarmaladığı taş evlerle dolu sokağın ucu, hoş bir limana çıkıyor.
Renk renk sandalların sıralandığı rıhtımda biraz gezindikten sonra hararetli bir balık mezadına rastlıyorum. Kupesten lagosa, mercandan tekire, kefalden kılıçbalığına dek çeşit çeşit derya kuzusu, ateşli bir fiyat teklifinin konusu oluyor. Sahnede yörenin meşhur Ege orfozu yok. Ama biraz ileride onun yaşam alanlarını korumamız gerektiğini bize hatırlatan bir heykel var. Yaman Koray’ın ‘Büyük Orfoz’ adlı romanından ilham alınarak yapılmış. Sahi Ege âşığı merhum yazarın ‘Ne Cennet Şey Şu Deniz!’ ve ‘Deniz Ağacı’ gibi efsanevi kitaplarını bilir misiniz? Bence Karaburun seyahatinize şahane bir yol arkadaşı olabilir. Mordoğan’ın orfozu dışında mis kokulu nergisleri de dillere destan. Karaburun ve Mordoğan’daki yaklaşık 650 dönümlük alanda yılda 25 milyon civarı nergis çiçeği yetiştiriliyor. Eski Mordoğan köyündeki yedi asırlık ata yadigârı Ayşe Kadın Camisi’ni ve içindeki 2.5 metrelik tarihi saati gördükten sonra rotama devam ediyorum.
Mordoğan çıkışı, yarımadanın en gözde deniz sefası adreslerinden biri olan Ayıbalığı Koyu’na uğradıktan sonra kuzeye, Karaburun ilçe merkezine doğru hızımı arttırıyorum. Köyler, koylar ve enginar tarlaları arasında kıvrılarak, deniz seviyesinden ortalama yüksekliği sadece 50 metre olan Karaburun’a ulaşıyorum. Antik dönemdeki adı Mimas. 1415’te Osmanlı topraklarına katılan tarihi yerleşim, 1910’a kadar Ahırlı ismiyle Çeşme’ye bağlı kalmış, akabinde de ilçe yapılmış. Tarıma elverişli alanları kısıtlı olan yöre, bir zamanlar Rumların üzüm bağlarıyla kaplıymış. Civardaki en güzel eski Rum köylerinden birini ziyaret etmek isterseniz Haseki’ye uğramanızı öneririm. Yakın zamana kadar önemli bir balıkçılık merkezi olan Karaburun, artık geleceğini turizmde görüyor. Çoğu el değmemiş 20’den fazla koy var. Koylardaki deniz suyu sıcaklığı dip akıntıları nedeniyle sürekli değişiyor. Fakat o akıntılar ki inanılmaz temiz suların sürekli berrak kalmasını sağlıyor. Karaburun’da sokaklar hep çiçek isimleri taşıyor: Nergis, çiğdem, karanfil, sümbül, karagül… Bu büyülü yarımadanın, tıpkı nergis çiçeği gibi şiirsel bir güzelliği ve tadına doyulmaz bir kokusu var gerçekten de.