Artık hayatımıza yeni yeni duymaya başladığımız “eko-kaygı” kelimesi girdi. Aslında bu kaygın uzmanlara göre, evimiz olan gezegenimizi korumak için bir miktar gerekli bir tepki olarak tanımlanıyor. Uzmanlar bununla birlikte eko-kaygının aşırı olmasının, panik nöbetlere varan kaygı atakları, öfke nöbetleri hatta saldırganlık tepkilerine dahi yol açabileceği uyarısında bulunuyor. Eko-kaygının gezegenin yok olması tehdidine karşı verilen doğal bir tepki olduğunu söyleyen Prof. Dr. Okan Taycan, “Eko-kaygı dünyamız için bir şeyler yapmamız gerektiğinin sinyalidir, çoğu durumda tıbben müdahale edilerek düzeltilecek bir sapma ya da bozukluk değildir. Elbette bazı insanlarda aşırı olabilir. Ama burada çözüm bireysel reçetelerden ziyade toplumsal tavır almada saklıdır.” dedi. Gezegene çok hoyrat davranıldığını ve ekolojik problemlerin göz ardı edildiğini aktaran Psikiyatri Uzmanı Prof. Dr. Okan Taycan, “Dünyayı, kaynaklarımızı ne kadar tüketsek de bitmeyeceğine, çevremizi ne kadar kirletsek de doğanın kendini yenileyeceğine inandık.” dedi. Doğanın, sel felaketlerinden orman yangınlarına, hava kirliliği nedeniyle oluşan kardiyovasküler hastalıklardan salgın hastalıklara kadar pek çok şekilde tepki verdiğini, sağlığı ve yaşamı tehdit ettiğini ifade eden Prof. Dr. Taycan, şunları kaydetti: “Sosyal yapımızı ve fiziksel sağlığımızı tahrip eden iklim değişikliğinin ruh sağlığımız üzerinde de bazı etkileri olması kaçınılmazdır. İklim değişikliği, doğrudan müsebbibi olduğu çevresel felaketlerden sonra travma sonrası stres bozukluğu, depresyon, çeşitli anksiyete bozuklukları gibi akut dönem etkilerinin yanında, uzun dönemde stres birikimiyle çaresizlik ve kaybolmuşluk hislerine, saldırganlık, intihar oranlarının yükselmesine, ümitsizlik gibi belirtilerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Dünyanın pek çok yerinde kuraklık nedeniyle yeterince ürün alamayan ve ekonomik zorluklar yaşayan çiftçiler arasında intihar oranları artmaktadır. Örneğin Hindistan’da son 30 yılda 60 bin çiftçinin kuraklık nedeniyle intihar ettiği bildirilmiştir.”
Kuraklık, deniz seviyesinin yükselmesi ve aşırı sıcaklar gibi nedenlerle insanların yaşadığı yerleri terk etmek zorunda kaldığını anımsatan Taycan, “Zorunlu göç başlı başına bir travma olmakla birlikte insanın doğup büyüdüğü ve derin bağlarla bağlı olduğu mekanı terk etmesi, kesif bir kaybolmuşluk duygusuna, amaç ve anlamın kaybolmasına yol açmaktadır. Tüm bunların yanında kirlenen hava, su ve tükenen kaynaklarımız fiziksel olarak da hastalanmamıza; örneğin uyku sorunları, unutkanlık, bağışıklık sisteminin baskılanması, yeme alışkanlığımızın değişmesi ve mide-barsak sorunlarının artmasına neden olmaktadır.” diye konuştu. “Eko” kelimesinin Yunanca “ev” anlamına geldiğini ifade eden Taycan, “Dolayısıyla eko-kaygı evimiz olan gezegenimizin insan eliyle yok edilme tehdidi karşında gösterdiğimiz aslında doğal bir tepkidir.” dedi.
Kuraklık, deniz seviyesinin yükselmesi ve aşırı sıcaklar gibi nedenlerle insanların yaşadığı yerleri terk etmek zorunda kaldığını anımsatan Taycan, “Zorunlu göç başlı başına bir travma olmakla birlikte insanın doğup büyüdüğü ve derin bağlarla bağlı olduğu mekanı terk etmesi, kesif bir kaybolmuşluk duygusuna, amaç ve anlamın kaybolmasına yol açmaktadır. Tüm bunların yanında kirlenen hava, su ve tükenen kaynaklarımız fiziksel olarak da hastalanmamıza; örneğin uyku sorunları, unutkanlık, bağışıklık sisteminin baskılanması, yeme alışkanlığımızın değişmesi ve mide-barsak sorunlarının artmasına neden olmaktadır.” diye konuştu. “Eko” kelimesinin Yunanca “ev” anlamına geldiğini ifade eden Taycan, “Dolayısıyla eko-kaygı evimiz olan gezegenimizin insan eliyle yok edilme tehdidi karşında gösterdiğimiz aslında doğal bir tepkidir.” dedi.